Dünya ısınıyor. Kullandığımız
fosil yakıtlarla açığa çıkan karbon bir battaniye gibi dünyamızı sararak gelen
Güneş ışınlarını uzaya geri göndermiyor. Dünya ısındıkça kutuplardaki buzullar
eriyor ve beyaz buzlar suya veya toprağa dönüşüyor. Buz halindeyken Güneş
ışınlarını yansıtabilen su, beyazlığını kaybedince ısıyı daha da emiyor.
Isındıkça daha da çok ısınıyoruz. Tıpkı çoğaldıkça daha çok çoğalmamız gibi.
Dünya nüfusu 2018 yılı itibariyle
yaklaşık 7 milyar. 2050 yılında ise Birleşmiş Milletler, yaklaşık 9.8 milyar
olmasını öngörüyor. Şu anda bile dünya üzerindeki mevcut kaynakların bizi
doyurup yaşatabileceği tartışılırken, daha çok insanla koca yaşlı Dünya bizim
için gelecekte yaşanabilir bir yer olabilecek mi? Mevcut koşullarla tablo
karamsar görünse de yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir tarım
politikalarıyla geleceğe umutla bakmak mümkün. Lâkin, bu düzeni bir anda
değiştiremeyeceğimizin farkında değil miyiz? Amacımız insan türünü refah içinde
yaşatmaksa, belki de evrimimize ters bir davranışla nüfus kontrolünü düşünmenin
vakti gelmedi mi? Kapitalizm, ekonomi büyüdükçe herkes refah içinde olur,
pastadan hak ettiği dilimi kapar diye beynimize kazıdı. Bu büyümenin ve refahın
sonuna geldiğimizi hissetmiyor muyuz?
Birleşmiş Milletler 2017 Dünya Nüfusu Tahminleri (https://population.un.org/wpp/Graphs/DemographicProfiles/)
Yerküreyi karbona boğan ülkeler
karbon salımını kısıtlayan Paris İklim Anlaşmasını imzalamayı reddederken veya
anlaşma hükümlerini yerine getirmezken, kısa vadede geleceğe umutla bakamıyorum.
Dünyanın daha çok ısınmasıyla artacak iklim değişikliği, şimdiden yaşamaya
başladığımız gibi mevsimleri dengesizleştirecek. Yazın ortasında hortum, kışın
ortasında bahar göreceğiz. Kutuplarda eriyen buzullarla yükselen deniz
seviyeleri deniz kenarındaki bazı şehirleri sular altında bırakacak. Bu da açlık
ve susuzlukla beraber küresel ısınma kaynaklı göçleri doğuracak. Aslında,
National Geographic'te yayınlanan "İklim Değişikliği ve Biz" belgeselinde
de değinildiği üzere, başta Afrika’da olmak üzere dünya üzerinde iklim
değişikliği sebebiyle doğduğu toprakları terk eden çok insan var. Çünkü su yok,
tarım yapılamıyor. Dolayısıyla insanlar aç ve susuz. Anlaşılan o ki, dramatik
somut etkiler sermaye sahipleri tarafından hissedilmedikçe ciddi önlemler
alınmayacak gibi görünüyor. Daniel Quinn'in "İsmail" adlı kitabında
insanlık, uçurumdan aşağıya düşen ve bu sırada bindiği alet üzerinde pedal
çevirerek uçabileceğine inanan, ancak pedal çevirdikçe düşmeye devam eden bir
tür olarak tarif ediliyor. Bilim insanları yere çakılacağımızı söylerken,
sermaye ve güdümündeki siyasetçiler uçtuğumuzu iddia ediyorlar. Gerçekleri
anlayabilmemiz için önce yere çakılıp zayiat vermemiz gerekiyor. Dibe çöktükten
sonra kurtulmanın bir yolunu bulacağız.
Artık devletler, kısa vadede
mevcut kaynaklara göre nüfusu kontrol altına almanın yollarını aramalılar. Bu
sırada insanlık, geleceğe umutla bakabilmenin yollarını bulabilmek için de
zaman kazanmış olur. Ama öyle Mars'a yerleşerek değil. Dünya ile barışık bir
şekilde var olmanın bir yolunu bulmalıyız. Bulamazsak etrafımızdaki türlerle
beraber biz de yok oluruz, dünyaya bir şey olmaz…