9 Aralık 2018 Pazar

ÇOK KALABALIK OLDU, BİRİ DÜNYANIN PENCERESİNİ AÇSIN!


Dünya ısınıyor. Kullandığımız fosil yakıtlarla açığa çıkan karbon bir battaniye gibi dünyamızı sararak gelen Güneş ışınlarını uzaya geri göndermiyor. Dünya ısındıkça kutuplardaki buzullar eriyor ve beyaz buzlar suya veya toprağa dönüşüyor. Buz halindeyken Güneş ışınlarını yansıtabilen su, beyazlığını kaybedince ısıyı daha da emiyor. Isındıkça daha da çok ısınıyoruz. Tıpkı çoğaldıkça daha çok çoğalmamız gibi.
Dünya nüfusu 2018 yılı itibariyle yaklaşık 7 milyar. 2050 yılında ise Birleşmiş Milletler, yaklaşık 9.8 milyar olmasını öngörüyor. Şu anda bile dünya üzerindeki mevcut kaynakların bizi doyurup yaşatabileceği tartışılırken, daha çok insanla koca yaşlı Dünya bizim için gelecekte yaşanabilir bir yer olabilecek mi? Mevcut koşullarla tablo karamsar görünse de yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir tarım politikalarıyla geleceğe umutla bakmak mümkün. Lâkin, bu düzeni bir anda değiştiremeyeceğimizin farkında değil miyiz? Amacımız insan türünü refah içinde yaşatmaksa, belki de evrimimize ters bir davranışla nüfus kontrolünü düşünmenin vakti gelmedi mi? Kapitalizm, ekonomi büyüdükçe herkes refah içinde olur, pastadan hak ettiği dilimi kapar diye beynimize kazıdı. Bu büyümenin ve refahın sonuna geldiğimizi hissetmiyor muyuz?
Birleşmiş Milletler 2017 Dünya Nüfusu Tahminleri (https://population.un.org/wpp/Graphs/DemographicProfiles/)

Yerküreyi karbona boğan ülkeler karbon salımını kısıtlayan Paris İklim Anlaşmasını imzalamayı reddederken veya anlaşma hükümlerini yerine getirmezken,  kısa vadede geleceğe umutla bakamıyorum. Dünyanın daha çok ısınmasıyla artacak iklim değişikliği, şimdiden yaşamaya başladığımız gibi mevsimleri dengesizleştirecek. Yazın ortasında hortum, kışın ortasında bahar göreceğiz. Kutuplarda eriyen buzullarla yükselen deniz seviyeleri deniz kenarındaki bazı şehirleri sular altında bırakacak. Bu da açlık ve susuzlukla beraber küresel ısınma kaynaklı göçleri doğuracak. Aslında, National Geographic'te yayınlanan "İklim Değişikliği ve Biz" belgeselinde de değinildiği üzere, başta Afrika’da olmak üzere dünya üzerinde iklim değişikliği sebebiyle doğduğu toprakları terk eden çok insan var. Çünkü su yok, tarım yapılamıyor. Dolayısıyla insanlar aç ve susuz. Anlaşılan o ki, dramatik somut etkiler sermaye sahipleri tarafından hissedilmedikçe ciddi önlemler alınmayacak gibi görünüyor. Daniel Quinn'in "İsmail" adlı kitabında insanlık, uçurumdan aşağıya düşen ve bu sırada bindiği alet üzerinde pedal çevirerek uçabileceğine inanan, ancak pedal çevirdikçe düşmeye devam eden bir tür olarak tarif ediliyor. Bilim insanları yere çakılacağımızı söylerken, sermaye ve güdümündeki siyasetçiler uçtuğumuzu iddia ediyorlar. Gerçekleri anlayabilmemiz için önce yere çakılıp zayiat vermemiz gerekiyor. Dibe çöktükten sonra kurtulmanın bir yolunu bulacağız.
Artık devletler, kısa vadede mevcut kaynaklara göre nüfusu kontrol altına almanın yollarını aramalılar. Bu sırada insanlık, geleceğe umutla bakabilmenin yollarını bulabilmek için de zaman kazanmış olur. Ama öyle Mars'a yerleşerek değil. Dünya ile barışık bir şekilde var olmanın bir yolunu bulmalıyız. Bulamazsak etrafımızdaki türlerle beraber biz de yok oluruz, dünyaya bir şey olmaz…