15 Aralık 2019 Pazar

Hepsinden biraz alabilir miyim?

Vakti zamanında bir arkadaşım sormuştu: "Bu kadar kitap okuyorum da ne işe yarıyor? Okuduklarımdan neredeyse hiç bir şey aklımda kalmıyor, hatırlayamıyorum." Ben de Cemal Tunçdemir'in şu yazısına atıfta bulunarak: "Okudukların hiç bir yere gitmiyor. Sen okuduklarının özetisin aslında." demiştim. Arkadaşımın şaşırarak etkilendiğini hatırlıyorum. Aslında şimdi yazıyı tekrar okuyunca bu anlama gelen sözlerin Maryanne Wolf'a ait olduğunu anımsıyorum. Burada bahsettiğim yazıdan yola çıkarak çağımızın bilgi bombardımanı altında sığlık-derinlik konusunu tartışmak istiyorum.

Aslında arkadaşımın tespiti doğruydu. Okuduğumuz kitaplardan, yazılardan, makalelerden bir şey hatırlamıyoruz. Peki gerçekten niye okuyoruz o hâlde? Okumaktaki amaç bilgileri hatırlamak değil. Temel kazanımımız aslında şu: Farklı bir bakış açısı kazanmak ve bizim haricimizdeki her şeyi anlamaya çalışmak. Kitap okumanın amacına yönelik yakın zamanda okuduğum Murat Gülsoy'un "Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık" kitabında bahsettiği amaç ise olayı kurmaca okumak üzerinden ele alıyor. Burada yazar, edebiyat metinlerini okumanın bir "boşluk tamamlama oyunu gibi" olduğundan bahsediyor. Bu sayede beynimizi farklı bir yönde kullanır ve hayal gücümüzü derinleştiririz. Peki durum böyleyken neden artık daha az kitap okuyoruz? Veya kitap okumayı geçtim, neden okuduğumuz herhangi bir metni sonuna kadar okumaya tahammül edemiyoruz?

Bu konuda, tüm insanlık olarak hızlandırılmış bir evrim sürecindeyiz. Bu kadar çok bilgi akışı varken her bilgi paketinden bir cümle veya bir paragraf okuyup en fazla bilgiyi elde etme derdindeyiz. Sonuna kadar okumaya tahammülümüz yok. Bunun sebebi bilgi akışının çok fazla olması. Herkes her şey hakkında zamanını verimli kullanarak bilgi sahibi olmaya çalışırken, aslında yüzeysel bir bilgi ediniyor. Maalesef derin okumak diye bir şey neredeyse kalmadı. (Derin okumayla ilgili de ayrıca yine Cemal Tunçdemir'in şu yazısını tavsiye ediyorum.) Benim gözlemim bu yüzeyselliğin kuşaklar arasında farklı düzeylerde olduğu yönünde. Y-kuşağı bir akademisyen olarak   Z-kuşağındaki öğrencilerime internet üzerinden bir e-posta veya duyuru gönderdiğim zaman, derste fark ediyorum ki yazdıklarımın yarısı okunmamış. Muhtemel sebebi ise yazdıklarımı okurken Whatsapp veya Instagram'dan başka bir bildirimin gelip kişinin oraya yönelmiş olması veya okurken sıkılmış olması.  Bunun çözümü ise belli: Kısa metinlerle her seferinde yeni bir şeyler anlatmak. Öyle yaptığınız zaman, her yeni kısa gönderi ayrı bir heyecan ile okunuyor.

Kuşaklar arası farkın en bariz örneği yine Z-kuşağının okumak yerine bir şeyler izlemeyi tercih etmesinde. Ben de tabi ki birçok insan gibi Youtube'dan video izliyorum. Ancak bir konu hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmak istediğimde konuyla ilgili kitabı veya dokümanı açıp okuyorum. Yeni nesilde bu iş biraz daha bir şeyler izleyerek öğrenmeye evrilmiş durumda. Sadece izlenerek öğrenilmeye çalışıldığında ise yüzeysellik kaçınılmaz oluyor, çünkü izleyince o konu hakkında genellikle daha az kafa yoruyoruz. Bu durum, bir eserin kitabını okumak ve filmini izlemek arasındaki fark gibi düşünülebilir. Kitabı okuduğunuzda her karakteri, her olayı, her düşünceyi çok daha uzun sürede detaylıca zihninizde yeniden oluşturursunuz. Filmini izlerken ise sadece kitabın özetini görmüş gibi olursunuz. Dolayısıyla olayları ve karakterleri kitap okurken olduğu gibi derinlemesine hayal edemez, tartışamazsınız.

Bunları düşünürken aklıma "Idiocracy" filmi geliyor nedense. Kendi kendime gülümsüyorum. Her şeyden azar azar bilgi sahibi olmak mı yoksa daha az şey hakkında derinlemesine bilgi sahip olmak mı? Bunun cevabını ben de bilmiyorum. Bonus olarak şu videoyu buraya bırakıyorum ama niyetim endüstri mühendislerini karşıma almak değil :)

Bonus:"Hepsinden biraz ama hiç birinden tam değil :)"




1 Temmuz 2019 Pazartesi

Hollanda - Belçika Gezisi için Alternatifler

Hollanda ve Belçika gezisi için internette birçok blog, seyahat sitesi vs. zaten var. Bu sitelerde yazılanların dışındaki alternatifleri (özellikle yeme-içme kısmını) kendi deneyimlediğim kadarıyla bu yazıda anlatmaya çalıştım.

Öncelikle, bazı internet sitelerinde yazılan "şunu yapmadan dönmeyin" tarzı tavsiyeler bana acayip itici geliyor. Herkesin deneyimlemek istediği şeyler farklı olabilir. Ben o yüzden kendi deneyimlerimi aktaracağım. Kafanıza yatanları denersiniz :)

Yeme-İçme

Kahvaltıdan başlayalım. Kahvaltı olayı biraz zayıf yurtdışında genelde. İnsanlar bir krosan (croissant) ve bir kahve ile güne başlıyorlar. Tabi Türkler olarak daha sağlam kahvaltılara alışkın olduğumuz için bir krosandan fazlasını istiyor insan :) Cem Yılmaz'ın da böyle bir tespiti var (https://www.youtube.com/watch?v=ibCvSksNvjg :) Aşağıdaki resim Gent'teki "Bakery Aernoudt"tan.


Hamur işi haricinde pancake yenebilir bu iki ülkede de. Hem tatlı hem de tuzlu seçenekleri var. Kahvaltı veya öğlen yemeği gibi yenebilir. Aşağıdaki pancake'i Brugge'da Cafe Au Lait'de yemiştim.


Bunun haricinde kahvaltı için Amsterdam'da Sarphati Park yakınındaki "Scandinavian Embassy"nin kahveleri güzel. Hem gitmişken biraz şehir dışında olsa da Sarphati Park da görülebilir. Tabi İskandinav usulü ürünler var burada. Burda İskandinavya'ya özgü "cinnamon bun" denemiştim kahve ile birlikte. Bizdeki tatlımsı çöreklere benziyor. Hatta ben annemin yaptığı üzümlü tahinli çöreğe benzettim biraz tadını içinde tahin olmasa da :) Sunum şu şekilde: 


Bunun haricinde Amsterdam'daki şarap barları hoşuma gitti. Ben çok bira sever olmadığım için yaz sıcağında soğuk pembe şarabı biraya tercih ederim. Bu konuda personeli ve menüsüyle aşağıdaki resimde görülen yer (Wijnbar Boelen Restaurant) benim favori mekanım oldu. Özellikle, güler yüzlü ve enerjik bir abimiz vardı ki, neşesiyle ölüyü diriltir :) Mekanda, sardalyalı kanepeler ve tabi ki Hollanda peynirlerinden oluşan peynir tabağı başarılıydı.


Yine pembe şarap için Amsterdam'ın kuzeyinde "Hangar" isimli restorana gittim. Tam nehir kenarında, turistik olmayan tatlı bir yer. Tek turist bendim sanırım :) Burada da yine benzer şekilde sardalya ve peynir tabağı ikilisi hoşuma gitti. Resimde görüleceği gibi, peynirleri hardalla servis ediyorlar ama hardal benim pek hoşuma gitmedi.


Amsterdam'da her yerde göremedim ancak Hollanda'daki ringa balığı güzeldi. Bu balığı sadece tuzlu suda birkaç gün bekletiyorlarmış. Onun haricinde başka bir işlem yok. Rotterdam'da insanların sokakta bu balığı bütün olarak yuttuklarını gördüm ve ben de denemek istedim. Rotterdam'da "Markthal"de ringa balığını bu şekilde denedim. Gerçekten pembe şaraba çok güzel eşlik etti. Bir fast food dükkanına gidip ringa-pembe şarap ikilisini deneyebilmek güzeldi.


Belçika'da bira baya meşhur. Çok fazla bira çeşidi var. 500'den fazla bira çeşidi olduğunu iddia eden "Dulle Griet"e oturup bira denedim. Bira seviyorsanız acı, tatlı, meyveli gibi bir sürü bira seçeneği var. Ayrıca, oraya ait 1,2 litrelik bira bardaklarında servis edilen biraları da var. Hızlı ve çok bira içenler deneyebilir ama bence bu kadar hamallığa gerek yok :) Ben peynir ve salamla beraber koyu renkli birasından memnun kaldım. Bar tasarımı da oldukça güzel.


Bit Pazarları

Amsterdam'da "Waterlooplein" mevkisinde her gün kurulan bir bit pazarı var. Çok büyük bir yer değil, ancak ucuz ve orjinal ikinci el eşyalar bulmanız mümkün. Ben birkaç parça orjinal hediyelik bile buldum. Kendime de şu açacağı aldım:


Waterlooplein haricinde Amsterdam'da ayda bir kere Avrupa'nın en büyük bit pazarı kuruluyor. Ben gidemedim ancak merak edenler burayı keşfedebilirler. Merkezde yer alan tren garının (Amsterdam Centraal) arkasından NDSM mevkisine ücretsiz feribot seferleri mevcut. Bunlara binerek bit pazarına ulaşılabilir.

Son olarak, hediyelik eşya alabilmek için bazı zanaatkarların tezgah açtığı "Spui" mevkisine gidilebilir. Burda biraz pazarlıkla uygun ve güzel hediyelik eşya almak mümkün.

16 Haziran 2019 Pazar

Arılar ve Balıklar Konuşursa: Robotlar Aracılığıyla Türler Arası İletişim

Robotlar, 20. yüzyılda bilim kurgu olmaktan çıkıp laboratuvarlarda insanların çeşitli isteklerine cevap vermek için geliştirilmeye başlandı. Sanayide, üretim süreçlerini değiştirirken insan emeğinin yerine geçiyor. Isaac Asimov’un “Ben, Robot” kitabındaki öykülerinde kurguladığı “pozitronik beyinli” robotlar, 21. yüzyılda yapay zekâ ile birlikte artık daha çok hayatlarımıza giriyor. Peki, bu öğrenebilen robotlar, hiç etkileşime girmeyen canlılar arasında iletişimi sağlayabilir mi? Bir grup bilim insanı bunun için ilk adımı atmayı başardı.

Herhangi bir hayvan türüne ait bir sürünün içerisine yerleştirilen bir robotun hayvan davranışları üzerine olan etkileri yaklaşık son on yıldır üzerinde çalışılan bir konu.  Örneğin, robotlar aracılığıyla bir sığır sürüsünün hareketlerinin değiştirilebileceği  (Correll, 2008) veya robotların bir hamamböceği sürüsünün kolektif karar verme süreçlerini etkileyebileceği gösterildi (Halloy, 2007). 2019 yılı Mart ayında “Science Robotics” dergisinde yayımlanan bir çalışma ile ilk defa iki farklı hayvan türünün birbirleri ile etkileşerek ortak karar alabildiği gösterildi (Bonnet, 2019). Bu çalışma, Avusturya, İsviçre, Almanya, Fransa, Hırvatistan ve Portekiz’de yer alan altı farklı araştırma enstitüsünün ortaklaşa yürüttüğü ASSISIbf (Animal‌ and‌ robot‌ Societies‌ ‌Self-organise‌ and‌ Integrate‌ by‌ Social‌ Interaction‌- bees‌ and‌ fish)‌ adlı 6 milyon avroluk bütçeye sahip bir Avrupa Birliği projesi kapsamında gerçekleştirildi.

Araştırmacılar, biri İsviçre’de, biri Avusturya’da olmak üzere Şekil-1’de görülen iki farklı deney düzeneği geliştirdiler. İsviçre’deki düzenekte, dairesel koridor şeklinde bir havuz ve bu havuzun içinde bir zebra balığı sürüsü bulunuyor. Bu sürünün içinde ayrıca bir adet robot-balık kullanılıyor. Balıkların saat yönü (CW) veya saat yönünün tersi (CCW) olmak üzere iki yönde yüzme seçeneği mevcut. Bu robot-balığın alttan bilgisayar içeren bir düzenek ile hangi yöne doğru yüzeceği kontrol ediliyor.  Avusturya’daki düzenekte ise bir bal arısı sürüsü ve iki adet sabit robot-arı mevcut.  Her bir robot-arının üzerinde sıcaklık ve kızılötesi (IR) yakınlık sensörleri ve robotun sıcaklığını kontrol etmeye yarayan Peltier eleman mevcut. Buradaki arı sürüsü, robot-arıların sıcaklığına göre hangisinin etrafında toplanacaklarına yönelik bir seçim yapıyorlar. İki düzenek de kameralar vasıtasıyla izlenerek balıkların hangi yöne doğru yüzdüğü ve arıların da hangi robot-arının etrafında toplandığı tespit ediliyor. Bu iki düzenek internet vasıtasıyla birbirine bağlanarak kapalı döngü bir sistem kuruluyor.


Şekil 1 – İsviçre ve Avusturya’da kurulan deney düzenekleri

Bu kapalı döngü sistemde arıların hangi robot-arı etrafında toplandığı diğer taraftaki robot-balığın yüzme yönünü etkiliyor. Benzer şekilde robot-balığın yüzme yönü hangi robot-arının daha sıcak olacağını etkiliyor. Aşağıdaki video ile de izlenebilecek bu deneyde başlangıçta bir kaos oluyor. Arılar farklı robot-arıların etrafında toplanırken balık sürüsündeki balıklar farklı yönlerde yüzüyor. Ancak yaklaşık 25 dakika sonra iki taraf arasında bir uzlaşma sağlanıyor ve her iki sürü de koordineli olarak ortak bir seçim yapıyor. Bu durum, normalde etkileşimde bulunmayan iki farklı tür arasında robotlar aracılığıyla koordinasyonun sağlandığını gösteriyor.


Peki, bu çalışma ne gibi şeylerin önünü açacak? Araştırmacılar, bu yaklaşımın bitkiler, mantarlar ve mikroorganizmalar gibi türler arasında etkileşim sağlamak için kullanılabileceğini belirtiyorlar. Böylelikle, ekosistemler içinde bilgi akışı sağlayarak kopuk bağlantıların tekrar kurulması sağlanabilir.  Ayrıca, robotik sistemlerin hayvan davranışlarını öğrenip adapte olduğu uygulamalar da mümkün olabilir. Bunun yanında, iki farklı türün haberleşebilmesi, türlerin farklı alanlardaki potansiyelini kullanmamızı sağlayabilir. Sonuç olarak, bu yaklaşım ile tarım, hayvancılık ve çevre koruma başta olmak üzere birçok alanda doğaya zarar vermeden yeni bio-hibrit sistemler geliştirmek mümkün olabilir.

Not: Bu yazı, 16 Haziran 2019 tarihinde Yeşil Gazete'de (https://yesilgazete.org/blog/2019/06/15/arilar-ve-baliklar-konusursa-robotlar-araciligiyla-turler-arasi-iletisim-fatih-gulec/) yayımlanmıştır.  

Kaynakça

Bonnet, F. M.-F. (2019). Robots mediating interactions between animals for interspecies collective behaviors. Science Robotics, 4(28), eaau7897.
Correll, N. S. (2008). Social control of herd animals by integration of artificially controlled congeners. (s. 437-446). Springer.
Halloy, J. S. (2007). Social integration of robots into groups of cockroaches to control self-organized choices. Science, 1155--1158.


25 Şubat 2019 Pazartesi

YALNIZLIK TEPSİSİ

Koymuştu yine mutfak tezgahının üstüne yalnızlık tepsisini. Öyleydi adı bu tepsinin: Yalnızlık tepsisi. Evde kimse yoksa, yiyeceği ne varsa o tepsinin içine koyar ve yemeğiyle birlikte salona geçerdi. Orada, bir yandan biraz belgesel izler, bir yandan da yemeğini yerdi. Beyni uyuşurdu bir süre bu tören devam ederken. Hatta, bu uyuşukluk bulaşık faslında da devam ederdi. Ne zaman tekrar salona dönse, bir karar vermesi gerekirdi. Biraz daha gündüz işyerinde yaptığı işlere devam mı etse, biraz film mi izlese, kitap mı okusa yoksa gitar mı tıngırdatsa diye bakardı pencereden dışarı. Birini seçip yapardı, hepimiz gibi. Ama evliliği bittiğinden beri, evde çalışmaz olmuştu. Canı çalışmak isterse biraz daha kalıyordu işyerinde. Yalnızlığını başka türlü bastırıyordu artık. Zor geliyordu bazen bu fiziksel yalnızlık ama seviyordu bir yandan da.

O gün, Ege'nin sıradan günlerinden biri değildi. Alışveriş yaparım diye, işyerinin servisinden çarşıya yakın bir yerde inmişti. Her zaman gittiği mandıranın önüne geldi. Durdu birden. İçeri girmekten vazgeçti. Ne yapacağını bilemedi. Ama canı o mandıraya girip, o her zamanki peynirden almak istemiyordu. Rastgele bir yöne doğru yürümeye başladı. Bir süre yürüdü öyle. Sonra ansızın aklına arabasını caddenin üstünde uygun olmayan bir yere park ettiği geldi. Polis park cezası yazıyordu bazen. Arabasına dönmeye karar verdi. Hemen camın üstüne baktı, herhangi bir ceza fişi yoktu. Hoş, artık cezalar eve de gönderilebiliyordu. Devlet, vatandaşından para alabilmek için tüm teknolojiyi kullanıyordu sağolsun! Arabasına bindi ne yapacağını bilmeden yine. Daha güvenli bir yere park edip içinde düşünecekti. Hemen iki dakika ileride deniz kıyısındaki otoparka park etti. Çok az araba vardı burada da. Zaten kışın kimse olmazdı. Ama yaz olsa bu saatte yer bulamayabilirdi. İnsanlar, bir şeyler içmeye deniz kıyısına gelirdi her yerden. Denize baktı bir süre. Sonra arabadan inip deniz kıyısında yürümeye başladı. Deniz kokan bu yürüyüş iyi gelmişti. Rüzgar da yoktu şansına, oturabilirdi bir bankta istese. Öyle de oldu. Yakındaki bakkala gidip şarap almaya karar verdi. Akşam yemeğini şarap ve çerezle geçiştirecekti denize baka baka. Yolun karşısına geçti hızlıca. İçeri girdiğinde, bakkalın da biraz sarhoş olduğunu fark etti. Belki de adamın günahını aldı suratı kırmızı görünüyor diye. Sarhoş olmanın nesi kötüydü gerçi! Ayarını bildiğin sürece sıkıntı yoktu. Zaten son bakkallardı bunlar. "Bırakalım da içsinler. Bu bakkallar da yerini süpermarkete devrettiğinde hepten ruhsuz kasiyerlere kalacağız zaten." diye düşündü. Şarabını ve öteberisini alıp bakkaldan çıktı. Tekrar karşıya geçip deniz kıyısına geldi ve boş bir banka oturdu.

Az ötede balık tutan insanlar vardı. Onlar da demleniyordu ağır ağır. Bazen aklı almıyordu bu balık tutanları. Yağmur, rüzgar veya kış demeden denizin kıyısındalardı her daim. Meditasyon gibiydi belki de. Hiç bir şey düşünmemeyi başarabiliyorlardı balık tutarken. Bir ara balık tutanlardan biriyle göz göze gelip karşılıklı plastik kadehlerini kaldırdılar birbirlerinin sağlığına. Kadeh kaldırdığı adam, tam da İzmir'in akşamları ortaya çıkan siyah poşetli abilerindendi. Mahalle delikanlısı olduğu anlaşılıyordu kılık kıyafetinden. Gündüz çalışırken tek motivasyonu akşamki siyah poşetiydi. Adabıyla bazen yalnız, bazen arkadaşlarıyla demlenir, sonra da uyumak üzere evinin yolunu tutardı bu siyah poşetliler. Kafasını, tekrar denize çevirdi. Uzaklara dalıp gitmeyi seviyordu. Deniz, sonsuzluk hissi yaratıyordu onda. O sonsuzluğun içinde düşüncelere dalıyordu. Şansına rüzgar da yoktu ve rahatça oturabiliyordu. Keyfi yerindeydi ama yine de yalnız olmasa daha iyi olurdu diye düşündü. Alkolün pezevengi muhabbetti onun için. Ama zihninden geçip giden hatıralar vardı o akşam sadece. 

Hava kararmıştı ve tam da şişenin yarısını bitirmişti ki bulunduğu banka biri oturdu. Bir kadın... Aklından düşünceler geçmeye devam ediyordu Ege'nin. Yarıladığına inandığı hayatını düşünüyordu. Ne kadar da büyük değişimler yaşamıştı. Beş sene önce biri ona şu anki konumunda ve kafa yapısında olduğunu söylese herhalde ihtimal vermezdi. Hiç kurtulamayacağını düşündüğü işini bırakmasını, başka bir şehre yerleşmesini, hayal bile edemeyeceği bir yerde çalışmaya başlamasını, kira da olsa güzel evini, birkaç sene önce sahiplendiği oyuncu köpeğini, yıllarca inandığı Tanrıyı terk etmesini düşündü. Bir de hiç bitmeyeceğini düşündüğü evliliğini. Beş sene öncesine göre öyle bir değişimdi ki bu hiç bir şeye körü körüne inanmıyordu artık. Ve hiçbir şeye şaşırmıyordu. Sadece ihtimaller vardı onun için. Her olayın sonucu iyi de olabilirdi, kötü de. Ama şunu da tecrübe etmişti ki hayatın akışında bir denge vardı. Kötü bir şeyler oluyorsa arkasından mutlaka iyi bir şeyler de oluyordu. "Bu saatte burda olduğuna göre sen de yalnız olmalısın." diye düşüncelerini böldü kadın. "Evet, suratımdan yalnızlık akıyor değil mi?" deyip gülümsedi Ege. "Sen en azından yalnızlığının farkındasın. Ya etrafını kalabalık görünce yalnızlığının farkına varmayanlar ne yapsın?" dedi kadın. "Doğru" dedi adam. "Yalnızlıklarımıza içelim o zaman.". Allahtan bakkaldan birkaç tane yedek plastik bardak almıştı. İçtiği şaraptan kadına da ikram etti ve birlikte kadehlerini kaldırdılar: "Şerefe!"

Aralarındaki sohbet bazen koyulaşıyor, bazen de durgunlaşıyordu. Konuşulanları sindiriyordu sanki o arada her ikisi de. Kadın şöyle sordu:
- Hayatta mutlu olmak zorunda mıyız?
- Bence değiliz. Mutluluk da bir tercih. Şartlar ne olursa olsun, mutlu olmak hayata nasıl baktığına bağlı.
- Çok sevdiğin birini kaybettiğinde bile mi öyle?
- Üzülmek normal tabi ki. Ama bunun her zaman olabilecek bir olay olabileceğinin bilincinde olursan, bu senin mutluluğunu engellemez. Mesela ben evliliğimin bitebileceğini hiç düşünmezdim. Sonsuz bir evlilik hayal ederdim. Ama hayatta "kesin" diye bir şey olmadığını öğrendim. Sonra kendimi bütün ihtimallere alıştırdım her durum için. Ondan sonra da sürpriz yaşamadım.
- Gerçekçisin gerçekten ya da biraz varoluşçu.
- Biraz varoluşçu, biraz romantik, biraz ondan, biraz bundan. İnsan olmanın normali bu.

Sonra yine bir sessizlik oldu. İkinci şişeyi almıştı Ege bakkaldan. Vücutlar gevşiyor, zihinlerdeki perdeler aralanıyordu. Ege devam etti konuşmaya:
- Schopenhauer'in çok sevdiğim bir benzetmesi var. Hayatı acı ve can sıkıntısı arasında gidip gelen bir sarkaca benzetir. Fakirsen, zor koşullarda yaşıyorsan acı çekersin ve bu acıdan kurtulmak istersin. Ancak, refah ve zenginliğe sahip olunca da can sıkıntısı başlar. Can sıkıntısından bir sürü saçma sapan şey yapmaya başlarsın.
- Biraz karamsar bir bakış açısı değil mi?
- Karamsar ama çoğunlukla gerçekçi. Ben bu kadar kötümser bakmıyorum hayata ama bu benzetme bana gerçekleri hatırlatıyor her zaman. Sarkacı iki uca savrulmadan dengede tutmaya çalışıyorum. Bazen uçlara savrulsam da ortaya gelmeyi öğrendim artık.
- Hayatın sillesini yedim diyorsun yani! Hahhaaa!
- Yemeden öğrenemezsin kolay kolay.
- Öyle galiba, yiyen iki insan birbirimizi bulmuşuz bu akşam.

Hava soğumaya başlamıştı iyice. Ama yine de tatlı bir mayışma hali vardı üstünde Ege'nin. Göz kapakları ağırlaşıyordu. Kapandı gözleri, yüzüne vurmaya başlamıştı rüzgar. Uçuyordu sanki gökyüzünde. Tüm arkadaşları, görüştüğü akrabaları ve ailesinden çok gördüğü farklı işyerlerinden meslektaşları birer birer sahne aldılar zihnindeki tiyatroda... Sonra sıçrayarak uyandı. Hiç adeti değildi böyle oturarak rahatsız uyumak. Yanındaki kadın gitmişti. Gitmişti diye düşündü ama sonra da hiç varoldu mu acaba o kadın, diye düşündü. Adını, yüzünü ve sesini hatırlamıyordu kadının. Sanki hiç var olmamış gibi. "Hatıralardan ibaret insan. Gerçekten var olmuş veya sadece zihnimde var olmuş fark etmez." diye düşündü. Kendisine o güzel akşamı yaşattığı için teşekkür etti içinden o kadına. Ardından birden aklına köpeği geldi. Burada keyif yaparken hayvan evde aç kalmıştı. Hem üzüldü hem de kızdı bu duruma. Köpeğinin ona ayak bağı mı olduğu yoksa onu hayata bağlayan bir varlık mı olduğu konusunda tam bir karara varamadı. Bu düşüncelerle arabasına bindi. Çakırkeyifti. Eve vardığında köpeğini besledi. Huzur içinde yatağına uzandı. Var olup olmadığından emin olamadığı kadını düşünmeye başladı. İyi ki de gelmişti oraya. Böyle anlar için yaşıyoruz belki de diye düşündü. Göz kapakları tekrar ağırlaştı ve kapandı.









8 Şubat 2019 Cuma

“UZAY YOLU” GERÇEK OLDU: MOTORSUZ “YEŞİL” UÇAKLAR GELİYOR!

Geçtiğimiz günlerde havacılık tarihiyle ilgili, ülke gündeminde pek yer bulamayan büyük bir devrim gerçekleşti. “Uzay Yolu” gibi bilim kurgu yapımlarında gördüğümüz motorsuz hava araçlarına ait ilk prototip uçağın, dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olan ABD’deki MIT (Massachusetts Institute of Technology) mensubu bilim insanları tarafından ilk uçuşu gerçekleştirildi. 


                                                           
21 Kasım 2018’de Nature dergisinde yayımlanan makalede, Steven Barrett  ve ekibi “İyon Sürüşü (Ion Drive)” teknolojisi ile uçurulan ve aşağıdaki resimde görülen prototip uçağın detaylarını paylaştı (Xu, Haofeng, et al, 2018). Uçakta, alıştığımız şekilde kanatların altında, dönen aksamı olan bir motor yok. Sadece iyon sürüşünü gerçekleştiren elektronik devre elemanları mevcut. Buradan MIT spor salonunda gerçekleştirilen ilk uçuşun videosunu izleyebilirsiniz.


Peki “İyon Sürüşü” ne demek? Uçağın kanatlarının altında biri “+”, diğeri ise “-“ yüklü elektrotlar ile yüksek şiddetli bir elektrik alan oluşturuluyor. Sonuçta, parçacıkların oluşturduğu “iyon rüzgarı” ile hava molekülleri hareket ettiriliyor ve bir itme kuvveti sağlanmış oluyor. Gerçekleştirilen ilk uçuşlarda, 5 metre kanat açıklığına sahip 2.45 kg ağırlığındaki uçak, 8-9 saniye boyunca 40-45 m yol alıyor. Uçak, gücünü lityum-polimer bataryalardan sağlıyor. Dolayısıyla, fosil yakıta bağlılık ve karbon salımı ortadan kalkmış oluyor. Bunun yanında, uçak sadece elektronik elemanlardan oluştuğu için tamamen sessiz bir uçuş gerçekleştiriyor. Bu özelliği ile önümüzdeki yıllarda yaygınlaşacak, kargo dağıtımından şehir gözetlemeye kadar birçok uygulamada kullanılacak olan gürültülü dronların da yerine geçmeye aday.
Ancak, %2,56 gibi bir verimliliğe sahip iyon sürüşü teknolojisinde alınacak daha çok yol var. Yolcu ve yük taşıyabilecek iyon sürüşlü uçakları yapmak için daha çok araştırma yapılması gerekiyor. Yalnız şunu da unutmamak gerekir ki Wright kardeşler 1903’te bugün kullandığımız içten yanmalı ve fosil yakıt ile çalışan motorlara sahip uçakları, ilk uçuşlarında sadece 12 saniye boyunca 55 metre öteye uçurabilmişlerdi. Onlar da bugün içinde yüzlerce yolcu taşınan, çift katlı, okyanus ötesi yolculuk yapabilen dev uçakların yapılabileceğini bilmiyorlardı. Bu “yeşil ve sessiz” iyon sürüşü teknolojisi, gelecekte daha verimli ve karbon salmadan uzun mesafeler kat edecek uçakların üretilip kullanılmasını sağlayarak daha yeşil bir dünyanın anahtarını elinde bulunduruyor olabilir.

Fatih GÜLEÇ
Not: Bu yazı 28 Ocak 2019 tarihinde Yeşil Gazete haberi olarak yayımlanmıştır. 

Kaynakça ve İleri Okuma
Xu, Haofeng, et al. "Flight of an aeroplane with solid-state propulsion." Nature 563.7732 (2018): 532. (https://www.nature.com/articles/s41586-018-0707-9  )
Franck Plouraboué,  “Flying with ionic wind”, Nature News and Views, (2018), https://www.nature.com/articles/d41586-018-07411-z