15 Aralık 2019 Pazar

Hepsinden biraz alabilir miyim?

Vakti zamanında bir arkadaşım sormuştu: "Bu kadar kitap okuyorum da ne işe yarıyor? Okuduklarımdan neredeyse hiç bir şey aklımda kalmıyor, hatırlayamıyorum." Ben de Cemal Tunçdemir'in şu yazısına atıfta bulunarak: "Okudukların hiç bir yere gitmiyor. Sen okuduklarının özetisin aslında." demiştim. Arkadaşımın şaşırarak etkilendiğini hatırlıyorum. Aslında şimdi yazıyı tekrar okuyunca bu anlama gelen sözlerin Maryanne Wolf'a ait olduğunu anımsıyorum. Burada bahsettiğim yazıdan yola çıkarak çağımızın bilgi bombardımanı altında sığlık-derinlik konusunu tartışmak istiyorum.

Aslında arkadaşımın tespiti doğruydu. Okuduğumuz kitaplardan, yazılardan, makalelerden bir şey hatırlamıyoruz. Peki gerçekten niye okuyoruz o hâlde? Okumaktaki amaç bilgileri hatırlamak değil. Temel kazanımımız aslında şu: Farklı bir bakış açısı kazanmak ve bizim haricimizdeki her şeyi anlamaya çalışmak. Kitap okumanın amacına yönelik yakın zamanda okuduğum Murat Gülsoy'un "Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık" kitabında bahsettiği amaç ise olayı kurmaca okumak üzerinden ele alıyor. Burada yazar, edebiyat metinlerini okumanın bir "boşluk tamamlama oyunu gibi" olduğundan bahsediyor. Bu sayede beynimizi farklı bir yönde kullanır ve hayal gücümüzü derinleştiririz. Peki durum böyleyken neden artık daha az kitap okuyoruz? Veya kitap okumayı geçtim, neden okuduğumuz herhangi bir metni sonuna kadar okumaya tahammül edemiyoruz?

Bu konuda, tüm insanlık olarak hızlandırılmış bir evrim sürecindeyiz. Bu kadar çok bilgi akışı varken her bilgi paketinden bir cümle veya bir paragraf okuyup en fazla bilgiyi elde etme derdindeyiz. Sonuna kadar okumaya tahammülümüz yok. Bunun sebebi bilgi akışının çok fazla olması. Herkes her şey hakkında zamanını verimli kullanarak bilgi sahibi olmaya çalışırken, aslında yüzeysel bir bilgi ediniyor. Maalesef derin okumak diye bir şey neredeyse kalmadı. (Derin okumayla ilgili de ayrıca yine Cemal Tunçdemir'in şu yazısını tavsiye ediyorum.) Benim gözlemim bu yüzeyselliğin kuşaklar arasında farklı düzeylerde olduğu yönünde. Y-kuşağı bir akademisyen olarak   Z-kuşağındaki öğrencilerime internet üzerinden bir e-posta veya duyuru gönderdiğim zaman, derste fark ediyorum ki yazdıklarımın yarısı okunmamış. Muhtemel sebebi ise yazdıklarımı okurken Whatsapp veya Instagram'dan başka bir bildirimin gelip kişinin oraya yönelmiş olması veya okurken sıkılmış olması.  Bunun çözümü ise belli: Kısa metinlerle her seferinde yeni bir şeyler anlatmak. Öyle yaptığınız zaman, her yeni kısa gönderi ayrı bir heyecan ile okunuyor.

Kuşaklar arası farkın en bariz örneği yine Z-kuşağının okumak yerine bir şeyler izlemeyi tercih etmesinde. Ben de tabi ki birçok insan gibi Youtube'dan video izliyorum. Ancak bir konu hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmak istediğimde konuyla ilgili kitabı veya dokümanı açıp okuyorum. Yeni nesilde bu iş biraz daha bir şeyler izleyerek öğrenmeye evrilmiş durumda. Sadece izlenerek öğrenilmeye çalışıldığında ise yüzeysellik kaçınılmaz oluyor, çünkü izleyince o konu hakkında genellikle daha az kafa yoruyoruz. Bu durum, bir eserin kitabını okumak ve filmini izlemek arasındaki fark gibi düşünülebilir. Kitabı okuduğunuzda her karakteri, her olayı, her düşünceyi çok daha uzun sürede detaylıca zihninizde yeniden oluşturursunuz. Filmini izlerken ise sadece kitabın özetini görmüş gibi olursunuz. Dolayısıyla olayları ve karakterleri kitap okurken olduğu gibi derinlemesine hayal edemez, tartışamazsınız.

Bunları düşünürken aklıma "Idiocracy" filmi geliyor nedense. Kendi kendime gülümsüyorum. Her şeyden azar azar bilgi sahibi olmak mı yoksa daha az şey hakkında derinlemesine bilgi sahip olmak mı? Bunun cevabını ben de bilmiyorum. Bonus olarak şu videoyu buraya bırakıyorum ama niyetim endüstri mühendislerini karşıma almak değil :)

Bonus:"Hepsinden biraz ama hiç birinden tam değil :)"